31 Aralık 2009 Perşembe

2010

huzurluyum...
2006 için de böyle düşünmüştüm, 2010 da en az onun kadar çılgın geçicek hissediyorum... yeni bir değişim ve olgunlaşma dönemine giricem...

yılbaşını planı olmayanlar olarak toplanıp bir arkadaşın evinde kutluycaz, böyle kendi kendimize bir plan yaratmış olduk... bizim çocuklar eğlencelidir bayaa...
evde oturup "çok güzel hareketler bunlar"ı izliycez, onlar da baya eğlenceli... yeterli kalabalığı toplarsak da bir yılbaşı paketi alıp keyfimize bakarız...
dışarı çıkınca noluyor ki sanki, vıcık vıcık insan... bu plan olmasaydı, tülay'la oturup yine aynı şeyleri yapacaktık, bi ara da dışarı çıkıp etrafı kolaçan ederdik belki...

herkese UMUT DOLU YILLAR! diliyorum...

29 Aralık 2009 Salı

göz kayması

bir şeyler anlatıyor bana...
konuşurken arada gözleri gözlerimden göğüslerime kayıyor... aklıma evrim psikolojisi konferansı geliyor(erkekler bir kadına bakarken gözleri en çok kalçayla göğüs arasında gidip geliyormuş, test edilmiş)...
sonra gözleri yine gözlerime dönüyor... tepki göstermiyorum, yaptığı ayıp ama utandırmayayım şimdi... saf bi çocuk aslında, iç güdüsel bir şey diyorum içimden...
tamam göğüslerim büyük sayılır ama basket oynuyoruz be güzelim, üstümde bol bi tişört var, ne çekiciliği kalıyor ki...
bi bana bi de mine'ye ayrı bi yakın, ilgili davranıyor... mine'yle iki ortak özelliğimiz var: fiziksel olarak benziyoruz, aynı bölümde okuyoruz... hangisini daha çekici buluyor acaba :)

28 Aralık 2009 Pazartesi

elini göğsüne koyup, burda hala sen varsın dedi bana... son günlerde iyice kırolaşmıştı zaten...


çarşamba günü öğlen aradı beni... işim vardı konak'a gidecektim, gelmek istedi, ben de kırmadım...

bir sevgilisi olduğunu söyledi, beklerken... geçen hafta perşembe günü ayrılmıştık... ikinci ayrılışımızdı aslında, çok çaresiz görünce dayanamamıştım, seviyordum da hem, sadece umudum yoktu, sorunsuz bir ilişki yaşayamazdık artık, tahammülüm kalmamıştı ona... bir hafta mutlu mutlu geçirdik, sonra onun en ufak hatasında çekip gittim ben...
kızla pazar gecesi caner'le gittiği ingiliz dili ve edebiyatı bölümünün partisinde tanışmışlar... her zaman hoşlanabileceği kızlar karşısına çıkmıyormuş ve es geçmek istememiş... sarışın güzel bir kızmış, öyle dedi...
ben de takıldığım biri olduğunu söyledim... vardı da hani...
bir gece eve giderken karşılaştık... önceden tanışıyorduk, o gün merdivenlerden düşüp kolunu ezdiği için izinliydi... beraber onun çalıştığı yere gittik, bir şeyler içtik... iş arkadaşları bir tabağa bir sürü kırılmış sigara koyup servis yapma gibi şakalar yaptılar... oraya müsteri olarak gelip bir şeyler içtiği ilk kız benmişim... inanmazdım da arkadaşlarının bakışlarından çok belliydi öyle olduğu... öyledir büyük ihtimalle... ordan kalkıp onların evinin yakınlarındaki bir parka gidip oturduk... onun sevgiye ihtiyacı vardı sanki, benim de güzel sözlere... sarıldık, öpüştük ve sigara içtik... bu gece böyle bitmesin diye çok yalvardı... ufak köpek yavruları gibiydi bakışları, yine de gidip kendi yatağımda uyudum... o da benim kadar takılıyordu işte....
o günden sonra tekrar karşılaşmadım onunla, zaten telefonu da yok... belki bir gün çalıştığı yere ziyarete giderim... hiç bir şey hatırlamıyormuş gibi yapar, sonra da şaka yaptığımı söyler eğlenirim :)
yeşil takıldığım kişinin kim olduğunu söylemem için çok ısrar etti ama söylemedim. yeni bir sevgilisi olabilir ama hala bana karşı hisleri var, beni utandıracak sahiplenici şeyler yapabilir...

yeni bir kız arkadaşı olduğunu öğrenince biraz kıskandım, birazda üzüldüm başta... ama sonra kendimi teskin ettim... bunu kaldırabilirdim, onun tekrar sevgilim olmasını istemiyordum ki... ben ondan vazgeçmiştim zaten, ne diye, ne için, onu kızdan ayırıp hayatını alt üst edecektim ki...

23 Aralık 2009 Çarşamba

sen beni terkettin!...

mutluluğunu bir kadının ellerine verir bir erkek...
ve ağlar...

ayrıldık biz...
herkesin onlar barışır düşüncelerine rağmen...

biz birbirimizi mutsuz ediyorduk artık, fazla zorluyorduk ilişkimizi... o kopmaz sandıkları bağımız çok incelmişti, ben de bırakıverdim... yeşil şaşırdı ipin diğer ucunu yerde görünce... üzüldü, çok üzüldü... ama toparlanmazdı artık, ben kendimi onunla toparlayamazdım... o da bıraktı sonra...

sevgimiz kalsın istedik geriye bizi bizden iyi kim tanıyordu ki şu güzelim şehirde...
daha fazla zorlamadan, çok kötü bir şey yaşamadan, bağımız inelmiş de olsa henüz kopmamışken biz olmaktan vazgeçtik...

2 Aralık 2009 Çarşamba

ego

Ego; id, süperego ve dış gerçekliğe hem boyun eğmek hem de onları kontrol etmek zorundadır. Uzlaşarak varlığını sürdürür.

Bu nedenle id tarafından harekete geçirilen, süperego tarafından sınırlandırılan, gerçeklik tarafından bozguna uğratılan ego, içinde ve üzerinde çalışan güçler ve etkiler arasında uyum sağlama ekonomik görevine hakim olmaya çabalar; ve biz, neden bu kadar sıklıkla ağlamamıza engel olamadığımızı anlayabiliriz: "Hayat kolay değil!"

28 Kasım 2009 Cumartesi

eşofmanlı güzel kadın #1

çanakkale-izmir, izmir-çanakkale arasında yaptığımın yolculuklardaki yol arkadaşlarımdan bahsedicem biraz... 5-6 saatlik bir zaman dilimini paylaşıyoruz aslında ama insanlar en özel durumlarını açabiliyorlar böyle zamanlarda, herkesin ayrı bir hikayesi var cidden...

25 kasım günü bayram için izmir'den çanakkale'ye gidiyorum... yol arkadaşım çok güzel kumral tenli sarışın bir kadın, muhtemelen üniverste öğrencisi, yüzünde farkedebileceğim kadar fondoten var ama yine de doğal görünüyor(demek ki makyaj işinden anlıyor). gri miydi siyah mıydı pek hatırlayamadığım bir eşofman takımı giymişti. sporcu olduğu her halinden belliydi...
elinde cumhuriyet gazetesi ve bir kitapla geldi, bel çantasını ön koltuğun bi çıkıntısına astı, rahatsız olup olmayacağımı sordu kibarca... sonra kalem istedi benden, gazeteyi bazı yerleri çizerek okudu... onun bu kültürlü halini kıskandım resmen, zaten çok da güzeldi, ki ben sarışın kadınları kolay kolay beğenmem...

molaya kadar hiç konuşmadık, ki bu 2buçuk saat kadar yan yana mal mal oturduğumuz anlamına geliyor...
mola bitimi yanıma geldiği gibi konuşmaya başladım...
-öğrenci misin?
öyle başlar ya genelde yol sohbetleri, güldü falan yeni mezun sayılırım dedi... yanımda oturuken havalı, soğuk biri gibiydi, kendini beğenmiş mi desem, gerçi beğenmeye hakkı vardı... konuşmaya başlayınca sevimli, sıcak biri oluverdi birden...
beden öğretmeniymiş, 2004'te uludağ üniversitesi'nden mezun olmuş... üniversite hayatı iyi geçmiş baya, çok sevdiği ve hala görüştüğü pek çok arkadaşı varmış o zamanlardan kalan, arada buluşuyoruz falan derken "kimimizin çocuğu oldu" dediyince... "sanırım çocuğu var" düşüncesi ne kadar aklımdan geçmiş olsa da, onu bu role oturtmam kolay olmadı...
3buçuk yaşında bir çocuğum var dedi sonra, resmini gösterdi... batıkan, barış manço hayranı olduğu için bu ismi koymuş ona... bir tane daha olursa doğukan koyacakmış ama işler umduğu gibi gitmemiş... 6ay önce boşanmış kocasından... bu çocuğundan ilk ayrılışıymış... batıkan babasıyla olacakmış bu bayram... o böyle anlattıkça yanımdaki güzel kadın, güzel ve iyi bir anne oluverdi birden...
erken evliliğe dair bir kaç nasihat verdi ama pek pişman gibi değildi, iyi tanıyın birbirinizi dedi, aynı evde yaşamak gibi olmuyor... 3 aylık bir tanıma süresinden sonra evlenmişler, ailelerin yaşam tarzlarının benzer olması gerekiyor dedi bir kaç kez... astsubaymış eski kocası, eski kocasının tayiniyle gelmişler izmir'e boşanınca hem batıkan hem de kendi için izmir'de kalmasının en iyisi olduğuna karar vermiş... oğluyla beraber yaşıyor işte şimdi...

öyle her önüne gelene anlatılabilecek kolay şeyler değil bazıları, ben de mi bir şey var acaba...
başka yolculuklarla devam edecek...

27 Kasım 2009 Cuma

güle güle

çadır kampı yaptığımız yazlardan biriydi... lise2'ye geçtiğim yazdı sanırım...
benden hoşlanan bir çocuk vardı...
kamptan ayrılırken koşa koşa arabanın yanına gelip, babamın açık penceresinden kafasını uzatıp, bana "güle güle" demişti...
ben çok utanmıştım, babamsa kıskanmıştı...

öyle aklıma geldi...

23 Kasım 2009 Pazartesi

kör aşıklar

İŞTEE!! Bir zamanlar birbirimize aşık olduğumuzun en büyük kanıtı, oturduğumuz ev... bir aşk çılgınlığı...

şimdi beraber aldığımız ahşap yemek masasında otururken bunları konuşuyoruz... biz bir zamanlar kör aşıklardık...

bir ay içinde iki sokak ötede oturan iki bölüm arkadaşımın yanına üçüncü olarak taşınıcam... yaklaşık 9 aylık bu ev arkadaşlığı, evcilik oyunu, sürecini bitiricem... ama ilişkimiz devam edecek, edebildiği kadar...

birbirimize bir zamanlar aşık olduğumuzun en büyük kanıtının ev olduğunu söylerken, birbirimize tekrar o denli aşık olmamızın ne kadar zor olduğunu bildiğimiz kadar ben farklı bir eve taşındığımda, hiçbir zaman birbirimize aynı evde yaşadığımız zamanki kadar yakın olamayacağımızın da farkındayız...

bitiş çizgisini görmek gibi bir şey bu...

31 Ekim 2009 Cumartesi

tüketici

tüketici toplumuyuz biz, her şeyi bir gün eskiyecek diye alıyoruz...
beğeniyoruz, alıyoruz, benimsiyoruz, kullanıyoruz, sonra sıkılıyoruz başka bir tanesi çalıyor gönlümüzü...

en çok da aşkı tüketebildiğimize üzülüyorum aslında... onu bile tüketebiliyoruz, o kadar yaydık hayatımıza tüketiciliği... garip...

19 Eylül 2009 Cumartesi

sır

blog yazmayı seviyorum aslında...
ama bu aralar pek çok sırrım var kendimi anlatamıyorum...

etrafımda topladığım bir çok ilginç insan var...
güzel bir senaryo olabilir son 6 yılım... herkes öyle düşünür aslında değil mi? herkesin hayatı film gibidir kendince...

cesaret gerektirecek pek çok şey yaptım... pek çok şeyi göze alarak...
sadece istediğim için... kendim için, kendim olabilmek için... neler olabileceğini düşünerek ama düşüncesizce...
şimdi bu sırlardan birini bitirme vakti... bir kaç ay sonra saklamam gereken bu durum ortadan kalkacak...
endişeliyim...
22 eylül... gereksiz karşılaşmalar olmazsa, bu sırrı göze aldığım şeyleri yaşamadam bitirebilirim...

her şey bana karşı olduklarında ya da öyle düşündüğümde daha kolaydı aslında... şimdi yanımdalar, destek olmaya çalışıyorlar... yalan söylerken canım acıyor, aslında yalan söylemede iyiyimdir ama isteyerek söylüyorsam... artık onları kandırmak istemiyorum...
yaptığım şeyi keske yapmasaydım demiyorum, istemiştim...

ama öğrenilmeden bitmeli artık...

8 Eylül 2009 Salı

hatırladığım ender rüyalardan biri


rüyamda yakup bana deli gibi aşıktı... kocaman bir evleri vardı, evleri annemle gezdiğimiz mobilyacılardan birine benziyordu, çok büyüktü... bi şekilde onun evinde bir gece kalmamız gerekiyordu rüyaya göre, arkadaşlarım gaye ve buse vardı yanımda da, yakup'un benim için neler hissettiğini, beni ne kadar çok sevdiğini söylüyorlardı durmadan... özellikle de buse üstüme çok düşüyordu...
yakup gerçek hayatta arkadaşımın sevgilisinin yakın arkadaşı olarak tanıştığım biri, güzel yemekleriyle ünlü bir doğu şehrinden gelmişler buraya... yarı arap kökenli, kısa, esmer, kara laşlı kara gözlü, olgun bir çocuk... ilişkimiz yolda selamlaşmaktan ibaret...

benim yavru bir ördeğim vardı rüyada... onu besliyordum buse beni iyice bunaltırken, balçık dolu ufak bi leğen vardı, ördeğim ona düşüyordu yem yerken, balçık da yüzemiyor ve içine batıyordu, sonra ben çıkarttıyordum onu ordan, içi su dolu kocaman akvaryumsu bir şey vardı ona sokup temizliyordum ördeği, bir iki kez daha oldu bu...
buse'yle kavga etmeye başladım sonra, ama beni yakup yüzünden bunalttığı için değil, şu an hatırlayamadığım bir sebep yüzünden bunaltılmışlığında etkisiyle çok kötü ve kırıcı tartışıyordum... o da aynı şekilde karşılık veriydor... bir daha konuşmamacasına küsütük ve gaye'yle birlikte gittiler yanımdan...
buse gerçek hayatta hiç kavga ederken görmediğim, kendimi pek savunamayan, sakin, çekingen, sadece yakın arkadaşlarının yanında konuşkan olabilen bir kız...

ordan rüya ertesi sabaha atlıyor... ben otobüsten iniyorum... yokuş yukarı çıkıyorum... otogarın yakınlarında, "ÇANLI" diye bir yerdeyim...yolun diğer tarafında baya büyük bir wc var ona giricem... wc şey gibi hani tatil yerlerinde soyunma kabinleri olur ya; 10-12 tane falan yan yana dizilmiş tahta kapılı tuvaletler düşünün, bu tuvaletlerin etrafına da 2-3 metrelik beyaz duvarlar örmüşler, üstü açık doğal bir yer... ama sefil bir yer değil...

wc'den çıkarken gaye, melis ve özlem'i merdiven basamaklarına oturmuş buse'yi dinlerlerken görüyorum, üzgün gözüküyor ama kızgın da (evet wc'nin içinde süs olsun diye 6-7 basamaklı beyaz renkli bir merdiven var !?).

ben onlara gözükmeden çıkıyorum ordan kapıda yakup'un iki yakın arkadaşını görüyorum, içlerinden birinin melis'ten hoşlandığını biliyorum... selam vermeden yürümeye devam ediyorum yokuş yukarı...


7 Eylül 2009 Pazartesi

soğuk bir gün...

büyülü bir sakinlik var sanki bugün üzerimde...
hoş ama sanki bugünden sonra her şeyden sıkılacakmışım gibi bir his de taşıyo içinde...

müzik eşliğinde okuyabileceğim kitaplarımdan okudum biraz... şu anlamak için kafamı çok yormayacağım kitaplardan...
bir neskafe yaptım kendime, içimdeki entel ruh uyandı sanki... yazıya başlamadan önce de günün ikinci sigarasını içtim...

resmen soğuk hava, bir ara dışarı çıkıp dolaşasım gelmişti ama duştan sonra geçti...
26 yaşındaki 8 yıldır üniverste öğrencisi sıfatını üzerinde taşıyan kuzenim mesaj atmış "bi gece bara gidelim" diye... olur dedim...
sonra bi yerdeyim boşsan gel, dedi... tamam dedim bende...

soğuk bir gün, özlemişim...

2 Eylül 2009 Çarşamba

dişçiye gidince insanın dişlerini düzenli fırçalayası geliyor..

annemle dişçiye gittik bugün, yanında beni de götürdü iyi de oldu gerçi... oturduk işte belkiyoruz... ortadaki masada bugünün yerel gazetelerinden bir kaç tane ve "türksolu" adlı derginin son iki yıla ait neredeyse tüm sayıları vardı...
üstünde "PAVLOV'UN KÖPEĞİ CAN'IN KOYUNLARI" yazan türk solu dergilerinden birini aldım... sadece gökçe fırat'ın aynı adlı yazısını okudum... yazı "mustafa" adlı belgeselimsiyi hazırlayan can dündar hakkındaydı... ben de gitmiştim o filme, Atatürk'ün insani yönlerinin de gösterildiği objektif bir film diye düşünmüştüm... o yüzden fazla kışkırtıcı ve yanlı geldi bana yazı... kasım 2008'e aitti sanırım dergi... okumak isterseniz araştırıp bulursunuz, yeni eğitim sistemimiz böyle alışalım yavaş yavaş...

diş hekimi bekleme odasındakilere bir şeyler söyleyip çıktı... ellili yaşlarda, uzun boylu, normal kilolu, ruhu genç, neşeli bir adam... mesleğini seviyo heralde baya, kimbilir kaç yıllık diş hekimi ama hala hastalarına takılıp şakalaşıyor... giyimi; beyaz saçlarıyla uyumlu beyaz kısa bir şort giymişti, üstünde de yanık teniyle uyumlu üstünde kare şeklinde çizgiler olan kahverengi yakalı bir tişört vardı, yani muayenehanesinde bir yaz havası estiriyor... çok hoşuma gitti bu hali hemen diş hekimliğinde okuyan bir arkadaşıma mesaj attım, adamı anlatıp idolün bu olmalı dedim...
beklerken diploması ilişti gözüme, 1948 doğumluymuş, 1975'te de ankara diş hekimliği yüksek okulundan mezun olmuş...

orta okuldan beri dişleriyle sorun yaşayan annem çalışma hayatına ilk başladığı yıllarda, 1977'de, tanışmış onunla... şimdi bile çok etkileyici olduğuna göre, o zaman baya yakışıklı olmalı, annem etkilenmiştir kesin...

dişçi annemin dişleriyle ilgilenirken,bende dişçinin kısa beyaz şortunun açıkta bıraktığı kalın ve uzun bacaklarına bakmamaya çalışıyordum... tüyleri yoktu, belki almıştı belki de dökülüyordur artık diye düşündüm, belki saçlar gibi bacak kılları da dökülüyodur yaşlanınca... dedem de on yıl önce bu yaşlardaydı ama dedemi hiç böyle hatırlamıyorum nedense...

bacakları, yeşil'in bacaklarına beziyordu, uzun ve kalın... aslında fizik olarak da benziyorlardı... acaba yeşil'de da yaşlanında böyle mi olur diye geçti aklımdan... ama daha şimdiden kilo almaya başladı kedine bakmayı beceremez benimki...

annemi o koltukta görünce dişlerime daha iyi bakmalıyım dedim... düşünsenize diş etlerinizin dişlerinizi tutamayacak kadar zayıfladığını... iiııykk...
bunu sizin için ben araştırdım:
"NELER DİŞETİ HASTALIĞINA SEBEP OLUR?

Dişeti hastalığının temel nedeni bakteri plağı denen dişe sıkıca tutunan, yapışkan saydam bir tabakadır. Tırnağınızla dişinizin üzerini kazıyarak plağı fark edebilirsiniz. Plağın bir miligramında 200 ile 500 milyon arasında bakteri bulunur. Bunun yanısıra aşağıdaki faktörler de dişeti sağlığınızı etkilemektedir.

SİGARA: Hepimizin bildiği gibi sigara kanser, akciğer, kalp hastalıkları gibi bir çok önemli rahatsızlıklara sebep olur. Tüm bunların dışında ağız içi mukozası ve dişetleri için de çok zararlıdır. Dişetlerinin yumuşamasına ve dişeti hastalıklarının gelişmesine neden olur.

GENETİK FAKTÖRLER: Yapılan araştırmalara göre %30 oranında genetik bir yatkınlık vardır. Ayrıca ağız bakımının kötü olması ile dişeti hastalığının gelişme olasılığı 6 kat daha artar. Ailede dişeti problemi olan bir kişi var ise mutlaka bir dişeti uzmanına siz de muayene olun.

HORMONAL DEĞİŞİKLİKLER: Hamilelik, puberte, menapoz, mensturasyon gibi hormonal değişikliklerin yoğun olduğu dönemlerde ağız hijyeninize ayrıca özen göstermeniz gerekmektedir. Diş etleriniz bu dönemlerde daha hassas olur. Diş eti hastalığına yatkınlık artar.

STRES: Hipertansiyon, kanser gibi pek çok rahatsızlığın nedenlerinden biri olmasının yanında dişeti hastalıklarının da risk faktörlerindendir. Araştırmalar göstermiştir ki periodontal hastalıklarda dahil olmak üzere stres vücudun enfeksiyonla mücadelesini zorlaştırmaktadır.

İLAÇ KULLANIMI: Doğum kontrol hapları, anti-depresanlar, kalp ilaçları ağız sağlığınızı etkiler. Bu yüzden bu ilaçlardan birini kullanıyorsanız lütfen diş hekiminizi uyarınız ve ağız hijyeninize ayrıca önem veriniz.

DİŞ SIKMAK VEYA GICIRDATMAK: Diş ve dişeti arasındaki kuvvetin azalmasına neden olarak periodontal doku yıkımına sebep olurlar. Diş etlerindeki çekilmenin bir sebebi de diş sıkmaktır. Mutlaka gece plağı takılarak bu sıkmanın durdurulması gerekir.

DİABET-ŞEKER HASTALIĞI: Diabet hastaları periodontal (diş eti) enfeksiyon açısından yüksek risk grubuna girerler. Mutlaka rutin diş eti kontrollerini bir diş eti uzmanına (periodontolog) yaptırarak ağız hijyenlerine ayrıca özen göstermelidirler.

KÖTÜ BESLENME: Vücudun, immun (bağışıklık) sisteminin zayıflamasına ve buna bağlı olarak, diş eti enfeksiyonu da dahil olmak üzere enfeksiyonlarla mücadelesinin zorlaşmasına neden olur.

KÖTÜ YAPILMIŞ KURON KÖPRÜ VE DOLGULAR: Dişetine basan ve taşkın yapılmış dolgu, kuron ve köprüler dişetlerinde problem oluşturur."

ha! bi de yerel gazetelerden birini okurken maçın sonucuna da baktım... meğer dardanel spor 3-0 yenilmiş buca spor'a...

30 Ağustos 2009 Pazar

maç

çanakkale dardanel spor ve buca spor maçının tezahüratlarından hakeminin düdük seslerine kadar tüm gürültüsünü açık penceremden duyubiliyorum...
bu kadar ses geldiğine göre dardanel spor yeniyor olmalı...

27 Ağustos 2009 Perşembe

iyi oldu...

oldu işte...
onun içimden geçeni benim kelimelerimle söylemesi mutlu ediyor beni...
"tutkunu mu kaybettin?" dedi...
ben onu yatıştırırcasına, ama iyiyim eskisi kadar üzülmüyorum artık hem kendimi daha güçlü hissediyorum, dedim...
onun içinde iyi olduğunu söyledi... bazen sevmediğim bir insan tipine dönüşüyordum o tutkulu anlarımda, anlayışsız ve aşırı bencil oluyordum, ve çok üzülüyordum beklediğim gibi davranamadığında... ve beni üzdüğü için şiddetli biçimde onu suçluyordum... en ufak hatası kırıcı tartışmalara dönüşüyordu sayemde... onun için de iyi oldu artık onu pek yıpratmıycam ve aslında beni hiç isteyerek üzmedi...

iyi oldu...
çok fazla kaplamıştı benliğimi, kendime geldim sanki... ilişkimizin ilk başladığı günlerdeki gibi hissediyorum kendimi, ondan vazgeçebilecek kadar güçlü... ama yanımda olması beni daha güçlü yapıyor... nasıl kendimi bu kadar zayıflattım ki... o beni zaten böyle sevmişti, güçlü, mutlu ve umursız bir dönemimde girmişti hayatıma...

içinde hep uyandırmak istediğim o korku uyandı sonunda... beni kaybetme fikri...
çünkü ben içimde ona ait bir şeyleri kaybettim... o da farkında bu onu üzmek için ya da bana ilgi göstersin diye takındığım bir tavır değil...
"uzaklaşıyoruz" dedi dün gece konuşurken...
yakınlaşırız yakında dedim... korkusuna karşı iyimser ve yatıştırıcı davranıyorum...
yakında derken buluştuğumuzda mı? diye sorduğunda anladım korktuğunu...
bu yaz hiç iyi olmadı, dedi sonra kendi kendine...


böyle aldırmaz yaklaşabilmeyi ne çok istemiştim ilk ay... sonunda dönüştüm işte... ben uzaklaşmayı hiç istemedim, uzaklaşmadım da... hep paylaşmaya çalıştım, hem yapmak istediğim günümü özetlemek gibi sıkıcı bir şey değildi, gözüme çarpan bana ilginç gelen şeyleri paylaşmaya çalışıyordum... aramızdaki mesafeyi böyle yenebileceğimizi düşünüyordum açıkçası... son on gündür falan o paylaşma isteğimi de kaybettim...

içinde bulunduğum durumu şöyle niteliyorum...
bolca sevgi ve şefkat eşliğinde potansiyel bir aşk hali...


23 Ağustos 2009 Pazar

beni en saf seven erkek sendin heralde...

eski bir arkadaşımla konuştum bugün, mehmet... iki yıl geçmiş hiç farketmemişim...
askerdeymiş şimdi, eskişehir'de...

beni sevdiğini söylemişti bir keresinde... yanlış yaptın demiştim... bir kaç gün hiç konuşmamıştık... sonra o bozmuştu sessizliğimizi, benimle arkadaş kalabilir misin demiştim, olur demişti gülümseyerek...
yine de eskisi gibi olamamıştık... değer vermiştim ona, üzülmesin diye yavaşça uzaklaşmayı seçtim heralde...
arada sırada olmadık zamanlarda arardı, hiçbir şey olmamış gibi konuşurdum, arkadaşça...
beni en saf duygularla seven erkeğin o olduğunu düşünmüşümdür hep... temiz, içindekini dışa vuran bir çocuktu... oyunlarla kirletmeyecek kadar gerçek sevmişti beni...

işte bugün onunla konuştum... çok sevindi beni gördüğüne, gözleri parıldıyordu, gülme isteğini engelleyemiyordu...
zaten bana attığı mesajda "ösledim" yazıyordu... onun için bu kelimeyi yazmanın ne kadar zor olduğunu düşündüm okuyunca ilk, sonra ne de olsa asker alışmıştır bu kelimeyi kullanmaya diyerek kendimi avuttum...
hiç arayıp sormamamdan sitem etti bir süre... biraz eskilerden bahsettik... beni izin günlerinden birinde görmüş ama selam vermeye cesaret edememiş, gelseydin sevinirdim dedim... onu kırmamaya çalıştım, şu an asker olmasından kaylanaklanan garip bir şevkat duygusunun etkisi altındaydım...
arada onu hatırlayacağıma dair sözler verdikten sonra bitirdik konuşmayı...

sonra askerdeyken beni mi düşünüyor acaba diye düşündüm... madem bi sevgilin var bana niye ümit verdin demesini istemem... ama onunla konuşmazsamda değer verdiğim birini kaybederdim...
zaten uzun zamandır konuşmuyormuşsunuz dersiniz belki... ama benim arkadaşlık anlayışım böyle, aramasamda beni aradıklarında yanında olmak isterim sevdiğim insanların ve beni sevdiğini hissettiğim insanların...

eski blog arşivlerimi karıştırım... mehmet hakkında yazdığım yazıları buldum... eskiden daha bi içten yazıyormuşum...
...

20.09.07 22:16

en çok, arkadaş olmak istediğim erkekler sevgilim olmak istediğinde canım yanıyor galiba...
....

28.09.07

napıyorum ben... kafamda kask var, bariyerlere çarpmışım... biri yardım ediyor, geri çekiyor arabamı, "geniş al" diyor... gaza basıyorum, uzaklaşıyorum... yine çarpıyorum bariyerlere aynı yere... yine, yine, yine...
(...)
bu sefer kafamda kask yok... rüzgardan gözlerimi zor açıyorum, saçlarım bozulmuş hızdan... gölgeme çarpıyor gözüm, saçlarım uzun olsa daha güzel görünürdü diye geçiriyorum içimden... bir elimle önümdekinin montunun kenarından hafifçe tutmuşum, diğeriyle alt taraftaki demirleri tutuyorum sıkı sıkı... boş, karanlık caddelerden, ışıklı caddelere geliyorum... kırmızı ışık el sallıyor tüm tehlikesiyle... dar karanlık sokaklara giriyorum... "dur!" diyorum... mahallenin en dedikoducu kadının evinin önünde duruyor... kadına selam veriyorum, motordan inerken...eve geliyorum... annem ayağa kaldırmış ortalığı yarım saat geciktim diye... eksik doğrular söylüyorum ona... demirlere tutunduğum kolum ağrıyor...
....

09.10.07 / salı / 00:55

iyiki benden daha cesaretlisin... yoksa günlerdir kafamda sana söylemek için tasarladığım cümleleri hiç söyleyemeyecektim... gittikçe daha geç oluyordu...en az benim kadar sende düşünmüşsün, belliydi... bu kaçış senin de canını sıkmış olmalı...hep ters bi' cevap vermenden korktum oysa sen tam istediğim gibi yaklaştın bana... ama haksız değildim korkmakta... hiç yüzüme bakmıyordum, benim olduğum yere gelmiyordun, benle beraber bulunmak zorunda olduğun durumlarda ben yokmuşum gibi davranıyordun... sonunda bende senin gibi yapmaya başlamıştım...öyle ki ismimi senin sesinden duyunca şaşırdım...

"yeniden yüzüme bakıp gülümseyebilmen güzel..."

22 Ağustos 2009 Cumartesi

bi garibim...

yaz tatili sendromuna girdim... arkadaşlarımla buluştum, denize gittim, kitap okudum, televizyon izledim, bilgisayarla uğraştım... eee bu kadar her şeyi yaptım işte... yapcak bir şey kalmadı vakit öldürüyorum...
artık sorun çıkartasım bile yok... arkadaşlarım tatilden döndü ama onlarla buluşasım yok... sevgilimi bile özleyemiyorum artık, eskiden iki saatte bir arayasım gelirdi de kendimi tutardım, şimdi öyle ararsa konuşuyorum, tutkumu yitirdim sanki...
zaten ramazanın ağırlığıda çöktü üstüme, şimdi dışarı çıksam ben milletin önünde bir şey yiyip içemem de...
bir şey yapmalıyım amaaa ne!
eylül'ün 5'inde falan izmir'e gidicem, elimdeki tek plan bu...
tatil boyunca dört kitap bitirdim... ama tatilin başında başladığım "psikanalize giriş dersleri" adlı yaklaşık 500 sayfalık kitabı hala bitiremedim...
geçen haftasonu bozcaada'ya gittim... daha önce hiç gitmemiştim... güzeldi... bir şarap fabrikasını dolaştım... hatta bir plaj partisine katıldım...
haftaya da 2 günlüğüne bi lise arkadaşım gelicek bize kalmaya... her zaman yaptığımız şeyleri yapıcaz: delicesine yürüyüp kordon turu yapıcaz, sinemaya gidicez, han'a gidip oturucaz belki bir şeyler içicez... akşam içecek bir şeyler alıp eve gelicez, o yine gece geç saate kadar dayanamayıp uykuya dalıcak...
heralde bu hafta içinde kızlarla da buluşurum....
yeşil'e doğum günü hediyesi almak için dolaşmam lazım zaten...
okulların açılmasına bir ay kaldı...

8 Ağustos 2009 Cumartesi

zaten her zaman arkadaş olarak kendimi daha başarılı bulmuşumdur...


ben hiç orta okulda, lisede falan erkekleri tavlamaya çalışan kızlardan olmadım... hiç öyle bir ihtiyaç hissetmedim açıkçası, bir sevgilim olsun da falan filan...
bir tek hatırlıyorum hazırlığın yazında istemiştim çok, isteyince oluyor ama yine öyle kendi halimde takılmıştım... özel bir çaba sarfetmemiştim... açıkcası sevgilisiz yapamayan kızlardan hiç olmadım... hayatımın belirli zamanlarında var olup, kısa süre sonra gidiyorlardı...

en azından orta okulda erkeklere hiç o gözle bakamamı, çocukluğumdaki bütün arkadaşlarımın erkek oluşuna bağlıyorum... onları öyle önce hep arkadaş olarak gördüm, ve arkadaşlarımla hiç sevgili olmadım, sonraları başta hoşlanıp sonra arkadaş olduklarım oldu ama... hatırlıyorum orta okuldaki sıra arkadaşım erkeklerle çok konuştuğuma dair bir dedikodu çıkarmıştı, heralde o günden sonra daha az konuşmaya başladım, uzaklaştım... başkalarının benim hakkında ne düşündüğünü önemsediğim zamanlardı, şimdi de hiç önemsemiyor sayılmam ama umursamıyorum...
lisede çok samimi erkek arkadaşlarım olmadı o yüzden, gerçi yine pek bi eksiklik hissetmemiştim... onun yerine çok harbi kız arkadaşlarım vardı, yatılı okuduğum için 24 saatimi paylaştığım, kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmiş, eğlenceli, duygulu, birazda sonrunlu kızlar...

aslında başka bir şeyi anlatmak için başlamıştım yazıya...
neyse...
üniversitede erkek arkadaşlarımla aramı iyi tutuyorum... özellikle saflığını kaybetmemiş olanlarını seçiyorum, seçiyorum değil aslında seviyorum... sevince, değer verince arkadaşlık zaten kendiliğinden oluşuyor...

...

6 Ağustos 2009 Perşembe

şunları düşündüm...

her yerde aradığım halde haplarımı bulamamıştım... annemin bulmuş olma ihtimali beni korkutmuştu, ecza dolabına bile bakmıştım... yoktu işte(onları hamile olabileceğim düşüncesine kafa yorduğum günlerden birinde yatağımdaki kitap yığınının altında bulacaktım)...
gideceğim gün sabahtan eczaneye gidip bir kutu daha aldım bu yüzden... hapı aldıktan 3 saat sonra %70 oranına etkisini göstermeye başladığını hatırlıyordum, ama garanti olması için regl döneminin sonunda başlamam gerekirdi... tehlikeli bir dönemde başladım, o gün içinde bir hap daha aldım...

aslında durumun nasıl olduğunu ona söylemeyi planlamıştım ama özlemin büyüsünü bozmak istemedim... birlikte 4 gün geçirdik... 4 günün sonunda hap almayı bıraktım... normalde bıraktıktan iki gün sonra regl olmam gerekirdi, olmadı...

düşüncesizlik ettiğimi düşündüm... tedbirli olmalıydım, söylemeliydim...
bir çocuğum olacak olsa büyük ihtimalle evlenirdik, ama onunla böyle bir sebep yüzünden evlenmek istemezdim... zorla gibi... hem evlensek bile millet 9 ay sonra işin neden bu kadar aceleye geldiğini anlardı, ben kaldırırdım heralde de... annemler çok takardı böyle şeyleri...
babama böyle bir şeyi tekrara yaşatamazdım bir de... zaten ailede bir tane evlilik dışı çocuk vardı ve yeterince sorun olmuştu... küçüktüm o zamanlar, anlamamıştım benden 2-3 yaş küşük o kızın neden babaannemle yaşadığını, sonra ipuçlarını birleştirip çözdüm olayı... küçük halamın kızıydı, halam başka biriyle evlenince adam istememişti sanırım...

hem geleceğim vardı bir de, bir çocuk her şeyi bozardı... okulu dondurmak zorunda kalırdım...
bazen de ya o hayalimdeki erkek çocuksa diye düşündüm... siyah dikik saçlı, çok soru soranlarından ukala bir çocuk... şakasına da olsa "çocuk yapsana" lafını en az 10 arkadaşımdan duymuşumdur... eğer bir çocuğum olursa çok tatlı olacağını düşünüyorlar... tatlı bi kızım çünkü, çekik gözlerim var, pek anaç sayılmam ama belki de bu yüzden merak ediyorlar bu kadar...

3,4,5 gün oldukça telaşlanmaya başladım... kürtaj olurum diye düşündüm, bundan nasıl etkilenbileceğimi düşündüm biraz da... filmlerdeki gibi rüyalarıma girer mi diye düşündüm... sonra o filmlerin çocuk aldırmaya karşı birir caydırıcı olduğuna karar verdim...

lisedeyken bir yaz kordonda tanıştığım kısa dalgalı saçlı o kız geldi aklıma... ertesi yaz kucağında bir çocukla dolaşıyor görmüştük, olanları üstün körü anlatmıştı... hamile kalmıştı işte, o zamanki sevgilisinden çoktan ayrılmıştı, zaten bu sorumluluğu alamazdı o demişti, annesi vardı yanında, annesiyle her şeyine paylaşırdı o kız... elinde bebek arabası dimdik yürüyordu sokakta, her şeyi göze alarak, almış olarak... yaptığı cesaret vericiydi...

ama ben bencildim... kendimi seçmiştim... internetten araştırdım, sigara ve kahve çocuğun düşme şansını arttırıyormuş... eskiden kahveyi çok içerdim, şimdi günde bire azaltmıştım, sigaraysa pek içmememe rağmen(sadece yalnızken içerdim) ev de her zaman bulabileceğim bir şeydi... bir ay kahve ve sigara kullanımımı arttırırım, izmir'e gittiğimde de hem yeşil'le konuşur, hem de 'çocuk aldırma' hakkında daha kapsamlı bi araştırma yaparız diye düşündüm, parayı da bir şekile hallederdik... endişelenir ama sevinirdi heralde duruma, daha önce ona söylememiş olmama da kırılırdı biraz... kararımı sorgulardı, ama bana hak verirdi diye düşünüyorum...

içimdeki umudu koruyordum ama hep... bu kararları vermek zorunda kalmak istemiyordum... aklıma bi kitapta okuduğum, korktuğumuz şeyler başımıza gelir tipi sözler geliyordu, aptalca ama kötü düşünceleri "regl olduğumu düşünerek" beynimden uzak tutmaya çalışıyordum... bi de kitabı saçma bulduğumu söylemiştim herkese, bilinçaltıma işlemiş; tamam itiraf ediyorum çok da mantıksız gelmemişti aslında...

geçen gün araştırma yapıp bloguma o yazıyı yazınca biraz rahatlamış hissettim kendimi, paylaşmak iyidir...

şimdi iyiyim... planlarımı alt üst edecek bir şey taşımıyormuşum içimde...
ama yinede yararlı bir deneyim oldu benim için bu düşünceli evre...

4 Ağustos 2009 Salı

kötü

işe yaramamış olabilir mi...
hamile olabilir miyim...
yoksa gecikme sadece endişelendiğim için mi...
google'dan "bilinçli çocuk düşürme" diye arattım... aşırı sigara ve kahve...
içimde bir şey varsa en fazla on günlüktür...
korkuyorum işte... karar verme anından korkuyorum...
içten endişeliyim ama dıştan sakinim...
sadece bekliyorum...

1 Ağustos 2009 Cumartesi

boşvermek...

tülay... boşvermeyi bilmeyen bir kız...

belki de bu yüzden hayatındaki gerçek mutlulukların, çılgınlıkların sayısı az... sahip olduğu bu bir kaç mutluluğa da öylesine bağlı ki...

çalışmaya odaklı bir eğitim hayatı var... aslında bunu yenmeye çalışıyor, ama yeterince çalışmadığı aklına geldiğinde tüm neşesi kaçıyor, zevk alamıyor yaptığı şeyden... sıkıldığını söylüyor ama onu sıkan şeyin izlediğimiz film ya da konuştuğumuz konu olmadığını o da biliyor...

aslında dışarıdan gayet olgun gözüküyor, her şeyin üstesinden gelebilecek bir havası var... en azından sorunlarının bilincinde ama onları aşacak gücü yok... bu yüzden hep endişeli ve hep kafasında dolaşan gereksiz sorunlar var...

sürekli rahatlatılmaya ihtiyacı var...

hayatı planlamayı seviyor... hayatını 40 yaşına kadar planlamış durumda, ne istediğini biliyor... ama yine de eksik bir şeyler var...

kafasında dolaşan gereksiz sorunlar olmadığında gayet eğlenceli bir kız aslında...

zaman zaman cesur, ama zamanlaması kötü...

erkeklere karşı fazla ön yargılı, biraz feminist... güzel şeyler yaşamış, canı yanmış... yeniden başlamakta çok zorlanıyor, fazla önemsiyor yaşamış olduklarını, bekliyor... bekledikçe daha da büyütüyor gözünde yaşadıklarını...

şebnem ferah hayranı, onu gibi giyiniyor...

zaman zaman katlanılmaz bir kız...
biraz bencil...
ama eleştiriye açık...

boşvermeyi öğrenmeli... geçmişte yaşamayı bırakmalı... biri ona dersten kalmanın dünyanın en kötü şeyi olmadığını söylemeli... ve mutlu anlarına o kadar bağlı kalmamalı, yenilerini yaşamaya açık olmalı... ve planlamayı bırakmalı...

çünkü şu an istediği hayatın bu olmadığını düşünerek bunalıma girmiş durumda... gezmeye, dolaşmaya, eğlenmeye ihtiyacı var ama bunun için zamanı yok...

18 Temmuz 2009 Cumartesi

deniz kızı

Denizkızı !Denizkızları, Yunan mitolojisinde, bir adada yaşayan ve şarkı söyleyerek denizcileri yanlarına çağıran 'Sirenler' olarak çıkar karşımıza... Sirenlerin adalarının kıyıları, güzel seslerinin büyüsüne kapılıp, kayalıklarda parçalanan denizcilerin kemikleriyle doludur.
Odysseus, arkadaşlarının kulaklarını balmumuyla tıkayarak kurtulur Sirenlerin elinden. Ne var ki Sirenleri, balık kuyruklu kadın sanmak yanılgıdır. Onlar, balıktan çok kuşa benzetilir. Kanatları olan Sirenlere balık şeklini veren Roma'lılardır.
Yolu Sicilya'ya düşen İbn al-Bialsath, bir dere ağzında uyuyan denizkızının dramına yer verir seyahatnamesinde. Arap gezgin, kadınların kocalarından kıskandıkları denizkızını parçalayarak öldürdüklerini yazar.

Denizkızı, denizcilerin yüzyıllardır kadına benzettikleri bir fok balığı türüdür aslında... Uzaktan bir kadını andıran bu hayvanlar, memeleriyle yavrularına süt verir. Böylesi bir durumda kayalıklara otururken görüldüklerinde denizkızı sanılırlar.

Bu yanılgıya düşenlerden biri de Kristof Kolomb'dur. O bile, Amerika'ya giderken günlüğüne denizkızlarını gördüğünü yazar. Hiç düşündünüz mü; denizkızı var da neden denizerkeği yok? Yanıtı çok basit: Çünkü denizcilerin hepsi erkek. Eğer kadınlar da denizde aylarca gezinselerdi, erkeğe benzetecekleri bir deniz canlısı bulurlardı!


SUNAY AKIN

feminizmle fazla haşırneşir olmuş geçmişten gelip bugünümde yaşayan bir arkadaşımın anısına...

16 Temmuz 2009 Perşembe

EMPATİ HA!!

empati kur mu dedin...

hadi kuralım...
neden bahsediyorduk: son izlediğin film "erkekler ne söyler kadınlar ne anlar"...
ben de izleyeyim belki bişiyler bulurum, dedim...
sen, filmin erkeklerde umduğunu bulamayan kadınlardan bhsettiğini söyledin...
tamam bende umduğumu bulamıyorum işte, dedim...

evet bakalım...
kırıcı bir söz, ben olsam telefonu kapattıktan sonra ağlar ayrılmayı düşünürdüm... ama aynı zamanda beni avutmak için aramanı da beklerdim...
aslında empati kurmuş sayılırım, çünkü seni aradım...
ama "farkettin mi gittikçe bana benziyorsun" lafına neden bu kadar sinirlendim bilmiyorum... aslında biliyorum... çünkü ben üzüldüğümü açıkça belli ettiğim halde sen beni tekrar aramazsın, dediğine göre tekrar aramamanın nedeni benim sakinleşip kendimi senin yerine koyarak düşünmemi istemenmiş... kızdığın alındığın şey o söz değil, benim empati yapamamammış...

aslında ikimizde yapıyoruz o şeyden... ama beklentilerimiz farklı... birbirimiz gibi düşünemeyiz sonuçta yaptığımız tek şey yer değiştirmek... görüyorsun ki farklı şeyler düşünüyoruz aynı olaylar karşısında... kadın ve erkek olmaktır belki bu düşünce ve beklenti farklılığımızın sebebi...

senin empati yapmana gerek yok ben kendimi anlatıcam...
biliyosun yaklaşık üç gün önce kafamda senin hakkındaki tüm kötü, üzgün, çaresiz anılarımı toplayarak ayrılmaya karar verdim... seni seviyordum, beni hala çok sevdiğine inandırman yetti geri dönmeme... ama o düşünceleri kafamdan atabilmiş değilim, zihnim kendini ayrılığa iyi hazırlamıştı... o yüzden bana söylediğin güzel sözlerin ve hatırlatmaya çalıştığın güzel günlerimizin içine sıçıyordu aklıma gelen kötü anılar... o da öyle bir andı işte... umduğum, beklediğim gibi davranmayarak beni üzdüğün bir andı aklıma gelen...

ama üzüldüm sana o sözü söylediğime... senin sevgini haketmediğimi düşünmenden korktum desem daha doğru olur... çünkü ben zaman zaman düşünmüştüm beni haketmediğini, kötü bir şey...

14 Temmuz 2009 Salı

üzemem

artık korkmana gerek yok...
farkettim ki ben ayrılırken seni üzemem...
biliyosun biraz bencilim...
ama üzüntümü seni üzerek dindiremeyecek kadar seviyormuşum seni...

13 Temmuz 2009 Pazartesi

bu kaçışlarımın hatrınadır yüzümdeki gülümsemeler...

ben üzülmeye başladığım an kaçtım...
bu kaçışlarımın hatrınadır yüzümdeki gülümsemeler...

ama kaçamıyorum bu sefer...
kendimi zayıf hissediyorum... kaçmak için geç kalmış gibiyim...
yine de gülümsemeyi bırakmış değilim...

güçleniyorum... kaçtım dediysem hepsinden de kurtaramadım paçayı... o endişeyle uyuduğum günleri özlerdim, gereğinden fazla uzun süre mutlu olduğumda... öyle avuturdum içimdeki sızıyı 'acılar insanı büyütür'...

kaçışım içimdeki çocuğu öldürmemek içindi belki...
ölmedi de, hala çocuksu sayılırım...

garip bir acı içimdeki kaçabildiklerime benzemiyor... kendi kendime dindiremiyorum...

işte biraz daha büyüyorum...


6 Temmuz 2009 Pazartesi

annem ve teyzem

annem evden hiç ayrılmadığı için öfkelidir ailesine karşı genelde... teyzem uzun süre ailesiyle birlikte olamadığı için kırgındır biraz... bir de dayım var ama onun ne hissettiği hakkında bir fikrim yok... hepsinin arasında üçer yaş var, annem en büyükleri teyzemse ailenin küçüğü...

ilkokulu yatılı okumuşlar... dedem annemi kız başına onca yolu gidip gelmesin diye dayımla birlikte yazdırmış ilkokula; annem iki yıl geç başlamış, dayım bir yıl erken... bir söylentiye göre dedem, dayımı yaşı küçük diye okula yazdırmak istemeyen müdürü 'o zaman ikisi de gitmiycek' diye tehdit etmiş... annem hep ablalık yapmış, saçlarını falan kesermiş sınıf arkadaşlarının... orta okulu nerde okuduğunu bilmiyorum o sıralar ç.kale'nin merkezine taşınmışlar... öğretmen okulunu kazanmış annem, o zamanlar zormuş kazanmak gerçi şimdi de pek kolay değil... ama gönderememişler ticaret meslek lisesine gitmiş, şimdi o okulu imam hatip lisesi olarak kullanıyorlar, önünden geçerken şöyle bir iç geçiriyor... çalışmaya başlamış sonra muhasebeci olarak bir orta okulda... kardeşleri okumaya devam ederken o çalışmış, evin büyük kızının sorumluluğu... hep çanakkale'de kalmış ama hep ç.kale'de kalmak hiç istememiş... iş arkadaşlarıyla her gün kordon turu yapıp mısır yerlermiş, mutlulukla anlatıyor o günleri... ama içi buruk biliyorum, daha iyisini yapabilecekken engellendiği için kızgın... öğretmen olamadığı için kızgın...

teyzem... abisi ve ablasının okuduğu yatılı okula gitmemek için yalvarmış... 4 yıldır evin tek çocuğu olmanın keyfini sürüyormuş... o ilkokul üçteyken ananemler ç.kale'ye taşınmış... ne yapıp edip kaydını ç.kaleye aldırmış o da... annemin tersine teyzem ailesinden ayrılmak hiç istememiş... orta okulu bitirince ankara'da ziraatla ilgili bir okulu kazanmış, günlerce saklamış kazandığını bildiren zarfı... o zamanlar annemde çalıştığı için malii durumları daha iyiymiş, ankara'ya göndermişler onu... o ankara'dayken ananemin yanına okumaları için gönderilen akraba çocuklarını çok kıskanmış, benim yerime onlara bakıyorlar demiş içten içe... ankara'da çok güzel günleri olmuş, çok güzel anıları... sonra doğu görevi, tayinler falan filan derken ancak kardeşimin doğduğu yıl 1990'da dönebilmiş ailesinin yanına...
bu yüzden pek anlaşamazlar birbirleriyle annem ve teyzem, çoğu zaman kıskanmışlardır belki... birbirlerinin yerinde olmayı çok istemişlerdir... teyzem iyiki yaşamışım, gezmişim der ama buruktur içi... annemde mutsuz sayılmaz ama ananemi çoğu zaman tersler, kırgındır ona, oysa onu sevindirmek öyle kolay ki... ananemin, annemin bu tavırlarına çok üzüldüğünün farkındayım, o yüzden çoğu zaman korumaya çalışırım onu annemin kırıcı, umursamaz sözlerinden...

liseyi yatılı okumama neden bu kadar istekli olduklarını anlamamıştım o zamanlar, belli ki annem ikna etmişti babamı, hayallerini gerçekleştirmem için... lise'de eve çıkmak istediğim de ailenin asi kadınları annem ve teyzemi bulmuştum arkamda erkek olarak da yanlarında kardeşimi getirmişlerdi... iki odalı bir aparta yerleşmiştim... belki onları bu konuda yüzüstü bıraktım, o yüzden annem benimle konuşmazken babamın yüzünde haklı çıkmanın gülümsemesi vardı...

teyzem beni kendine hep yakın buldu, ailemden uzakta okuduğum için ama ben onun gibi değil daha çok annem gibiydim dışarıda okumak konusunda...

wuuwww! uzun olmuş... sonuçta hepsini seviyorum...

4 Temmuz 2009 Cumartesi

tokat

ikea'dan bir 'çılgın çarşamba günü'nde aldığımız yatağımıza uzanmış; onun haklı olduğunu düşündüğü, benimse ona hak verdiğim ama benim herhangi bir suçum olmadığını düşündüğüm az önce yaşadığımız olayı geçiştirmeye çalışıyoduk...
...
-tuğçe'yle arkadaşlığını bitirmeni istiyorum, dedi...
-yapamam
-neden?
-çünkü beni sevdiğini hissediyorum...

bir şey demedi... belki kendi kendine az da olsa bana hak verdi... belki daha sonraya erteledi konuşmayı ama benden tekrar böyle bir şey istemedi...

yapamazdım... ben, beni sevdiğini hissettiğim insanlara değer veririm... hem bu olayda benim bir suçum olduğunu düşünmüyordum, hem de bir başkası için arkadaşlarımdan uzaklaşma hatasını daha önce yapmıştım...

23 Haziran 2009 Salı

karışık cd

bir dizi izliyordum da birden aklıma geldi...
bana karışık cd yapan bir kişi var sadece o da bir kız arkadaşım...
baya da kapsamlı bir cdydi aslında içinde beraber olduğumuz zamanlarda çekilmiş bir sürü de fotoğraf vardı... cdye benim beğenebileceğim bir sürü şarkı koymuştu...
cdnin üstüne de resimler çizmiştik bir sürü... hala saklarım ve ilginçtir ki hala çalışıyor...

22 Haziran 2009 Pazartesi

sessizlik

bana televizyonda izlediği bir şeyleri anlatıyordu...
biliyo musun artık seninle konuşmaktan zevk almıyorum, senin düşününce ağlayasım geliyor, galiba uzaktan ilişki yürütemiyorum zaten son zamanlarda birlikteyken de pek başarılı değildim, dedim...
sustu... 30 saniyelik bir sessizlikten sonra da telefonu kapattı...

en azından son 10 konuşmamızda telefonu üzülerek kapatıyordum...

o konuşmadan sonra üzülmedim...
hatta şu an kendimi huzurlu hissettiğimi bile söyleyebilirim...
ama onu seviyorum...
üzülmüş olmalı ya da üzülmüş olmasını dilerim...
şu ayrılma düşüncesini kafamdan atmam için bana hiç yardım etmedi...

yazıyı bitirince bir sigara içip onu arıycam... bir şeyler söylemeli, belki de telefonunu kapatmıştır ama bu kaçmak olur...
aynı zamanda guruludur beni tekrar aramaz...
bakalım...
aslında onu üzmek istemiyorum...
onu seviyorum...
ama içimde bağdaştıramadığım şeyler var...

20 Haziran 2009 Cumartesi

sevgilimle bazı sorunlarım var...
şimdi farklı şehirlerdeyiz ve ben ilişkiyi uzaktan yürütme konusunda olumsuz düşünüyorum...
ben onu uzakta da olsa hayatıma katmak istiyorum, oysa senin beni sevdiğini bildiğim sürece 3-4 gün aramasan da farketmez modunda... bilmiyorum...
derdim öyle bıdı bıdı mesajlaşmak değil, ondan sadece günde bir kez doyurucu ve samimi bir konuşma istiyorum... beni şimdi yemek yiyiyorum, arkadaşlarla oyun oynuyoruz gibi bahanelerle ertelediğinde sinir oluyorum... ve olmak istemediğim biri olup çıkıyorum...
dün akşam günlüğümde onun hakkında yazdığım bir kaç şeyi okudum...
"onun yanımda kendimi daha cesur hissettiğimi" yazmışım. şimdi beni daha çok zayıflatıyor...
dün onunla bu konuda doyurucu bir tartışma yaptık, o alttan almayı hep bilmiştir... sinirim geçtiğimde onu arayacağımı söyledim... aslında bu konuda onu daha önce uyarmıştım, sinirimi bozan hatalarını tekrar etmesi...
bilmiyorum, konuşmak için kafamdan ayrılma düşüncesinin gitmesini bekliyorum...

19 Haziran 2009 Cuma

bazı şeyler...

açıklanmayan bir tek notum kaldı, o da bütünlemeye girdiğim türk dili... aslında edebiyatta kötü değilimdir ama 30 puanlık bir "iş kazası tutanğı yazma sorusu" beklemiyordum. işte ondan BC alırsam geçiyorum...
garip bir yıldı ya... bir çok şey yaşadım, ama en önemlisi aşık olmam heralde... aşk sizde de karşınızdakilere ya da kendi hayatına göre dönem dönem gelip giden bir şey mi? bilmiyorum bir insana bağlanmak üzücü olabiliyormuş... üzdüğü kadar mutlu etmese keşke... aslında onu da anlıyorum kabul etmekte zaman zaman zorlandığı şeyler var...
büyüdüm sanırım, artık herkes bana farklı bir gözle bakıyor... daha olgun görünüyorum sanırım gözlerine, amcamlara falan uğradık eve gelirken beni bir yıldan uzun süredir görmüyorlardı... gözlerindeki o şaşkınlı farkettim... artık nerdeyse 20 yaşında sayılırım...
sanırım artık daha fazla yazıcam...
içimde kalan bazı şeyler var gibi...

14 Mart 2009 Cumartesi

deneme ihtiyacım

bugün daha önce hiç yürümediğim kadar yürüdüm...
pazara gitmek için sözleşmiştik sınıftaki bir kaç kızla... maviyle yeşil arası ama daha çok maviye kaçan kısa kollu bir tişört aldım kendime... sonra koptuk birbirimizden o kalabalıkta... pazardan çıktığımda bu şehre ilk geldiğimde bana tüm yardımseverliğiyle yaklaşmış eski bir arkadaşım vardı...
hadi alsancağa yürüyelim, dedi... tamam dedim... yürüdük... yürüdük... yürüdük... ama alsancak'a yürüyerek ulaşmanın imkansız olduğunu bilmiyorduk... yürürken yeşil aramış duymamışım, bu haftasonu direksiyon sınavına girmek için kendi şehrine gitmişti, babasıyla çıkacağımız ev için gereken para hakkında konuşacaktı... konuşmuş, bayağı uğraşmış gereken parayı vermesi için... sonra bana karar vermemi söyledi, hemen evet diyemedim... düşün dedi karar verdiğinde beni ara...
düşündüm... yürürken düşünmeyi severim...
saatler geçti belki... biz çok yanlış yerlere geldik, iki kızın yanlız gelmemesi gereken yerlere, geri dönmenin en iyisi olduğu yerlere... korkmuştuk...
yürüdük... ne kadar fazla yürüdüğümüzü gördüğümüz ilk durakta bindiğimiz otobüsle alsancak'a giderken farkettik... hala yürümeye devam ederken yeşil'le tekrar konuştum...
ailemi gözden çıkaramıyorum, dedim... böyle bir şey yaptığımı öğrendiklerinde olacakları hayal etmek istemiyorum... ama eve çıkmayı bu kadar hayal ettikten sonra yurda da dönemem ve seninle eve çıkmayı gerçekten istiyorum... böyle bi' kararı yalnız veremem... O; kararımı etkilemek istemediğini benimle eve çıkmayı çok istediğini ama vazgeçersem anlayacağını söyledi... ben, galiba hala karar veremedim dedim... güldü... daha sonra onu arayacağımı söyleyip telefonu kapattım ve oturduğumuz banktan kalkıp yürümeye devam ettik, insancıl yerlere yaklaşmıştık artık korkmuyorduk...
alsancak'a ulaştık... kitapçıya gittik, tülay'ın sipariş ettiği bir kitap varmış, yarım saat falan oyalandık orda... öyle kitaplara bakıyordum... rasgele bir sayfa açıp bi kaç cümle okuyordum... şiir bölümüne geçtim sonra elime bir kitap aldım...

"Yaşamına güçlülük verecek tek şey,
güç eksikliği duyman olacak
-ancak bunu duyarsan; yaşama güçlüğü çekersen,
güçlülük arayışına girebilirsin; onu da -belki-
elde edebilirsin - ama, edemeyebilirsin de...

Yaşam hep ya daha yüksek güce yönelmiştir,
ya da daha derine batışa...

Yaşamın,
ya yükselme,
ya da batma
olacak."

kitabı aldım...
dönerlerimizi beklerken yeşil'i tekrar aradım... cesaretim geri gelmişti, kendimi rahatlatmıştım... çıkalım, dedim... sevincini belli edemedi... gün boyunca hep ailesinin yanındaydı rahat konuşamadı... sürekli ailesinin yanında olması biraz garip aslında, babannesi hastaydı bir şey olmuş olabilir, belki de gerçekten çok özlemiştir ailesini... bilmiyorum, bir şey söylemedi...
bornova'ya döndük... tülay'a çıkacağım evi gösterdim, çok beğendi... gerçekten güzel bi ev... karşı komşumuzu da gördüm eve tekrar bakarken, bir bebekleri var, genç bir çift...
10:30 civarı çıkmıştık yurttan, yurda döndüğümüzde saat 18:00 civarıydı... saçlarımızı kestirip, hızma yaptıracaktık, hiç birini yapacak halimiz kalmamıştı...

hadi beni cesaretlendir


artık kendi kararlarımı kendim verecek kadar cesur hissediyorum kendimi... aile faktörünü gözden çıkaracak kadar cesur...
hala büyüyorum işte, değişiyorum doğal olarak... hiçbir şey isteklerimin önünde dursun istemiyorum... bu gençliğin verdiği bi cesaret de değil... 17 yaşındaydım o çağı atlattığımda, o zamanlar yaptığım şeyler bile çıkartılıyor karşıma hala... ama üç yıl geçti üstünden nasıl yaşamak istediğimi az çok biliyorum artık... ailemin elini üstümden çekmek istiyorum... gerçekten kendi ayaklarımın üstünde durmak istiyorum, onların desteği olmadan... çünkü destek vermiyorlar artık istediklerime, onların destekleri olmadan da başarabilmeliyim...
ufak tefek işler yapıcam dönem içinde... belki yazında izmir'de kalırım çalışmak için... hiçbir şey isteyip sormıycam artık... ikinci dönem ders bırakmamaya çalışıcam, burs şansımı yok ediyor...
ve garip bir rahatlama var üstümde, gerçi bu rahatlamanın başlangıcı gayet tedirgindi... ama farkettim ki kararımı verince kim ne derse desin önemsemiyorum...

6 Mart 2009 Cuma

garip

bi' garibim...
artık eskisi gibi neşeli bakamıyorum hayata, yine gülümsüyorum ama moralim ufak tefek şeylerde bozulabiliyor... etrafımdaki insanların o eğlendirici yanlarını es geçiyorum, yakalayamıyorum... hayattan eskisi kadar zevk almıyorum...
artık eski giysilerimi giyerken kendimi beğenmiyorum, kendimi yeni şeyler almalıyım... değiştim sanırım, öyle giyindiğimde ben değilmişim gibi geliyor...
aslında mutluyum yine de, her şey yolunda... öyle kendi kendimi yiyiyorum işte...

evlenme teklifine evet dedim bi de, güzel olur onunla evlenmek... yaza evlenicez...

24 Şubat 2009 Salı

sonraa...

daha 19 yaşındayız, dedim...
ilk babamın bana sağladığı sosyal güvence aklıma geldi...
hem ailemi nasıl karşıma alırdım ki... tamam yıllardır kendi başımın çaresine kendim bakıyorum ama hala parasal olarak bağlıyım onlara... duygusal açıdan da bağlıyım gerçi, üzmek istemem onları... aslında yeşil'in ailesi için durum daha kötü, tek çocuları gizli gizli tanımadıkları kızın biriyle evleniyor...

başta ciddiye almadım aslında onu... öyle aklına birden gelip düşünmeden söylediği belliydi... ciddi olduğuna ikna etmeye çalıştı beni... pek ikna olmadım, fikrinin değişeceğini sanıyorum...
aslında evlenirim o kadar önemsemiyorum bu konuyu ama annemlerden nasıl gizleyeceğimi bilmiyorum... soyadını bir şekilde hallederiz de, şu sigorta numarasından yakalanırım gibi geliyor...
sonra nasıl açıklıycam ki durumu, yeşil'in varlığından haberleri bile yok... bi' kardeşim biliyor işte... bir de kim bilir nasıl hayaller kurmuşlardır bunlar benim için... bilmiyorum ya, aslında en azından 1yıl anlayamayacaklarını bilsem, evet demekte hiç tereddüt etmem... sonrada açıklarız bi şekilde göstermelik bir şeyler yaparız...
sonuçta bir şey değişmiycek hayatımızda, yine öğrenci olucaz, belki aynı eve çıkarız ama bunu bu konu gündeme gelmeden önce planlamıştık zaten...
çocuk oyunuymuş gibi bahsediyorum di mi?
ama öyle değil mi zaten, bence bağlılık için evlenmeye gerek yok... belki yeşil'i bana bağlı kalması için evlenmemize gerek olmadığına ikna ederim, belki düşünüp kendi vazgeçer...
cumaya kadar süre verdi bana düşünmem için...
bilmiyorum ya...
korkuyorum...
hayır diycem galiba...
bunun için kimseden vazgeçmeyeceğim, kimseyi karşıma almayacağım, korkmayacağım bir gün gelir mutlaka...

23 Şubat 2009 Pazartesi

mutluluk


insanlar kederden içer ya sigarayı, ben sadece mutlu olduğumda zevk alıyorum o dumanı içime çekmekten...
ya da alkol, üzüldüğüm için de içmişimdir kimi zaman ama sadece mutlu olduğum zamanlarda sarhoş olmuşumdur... bol bol gülüp saçmalayıp güzel anılar bırakmışımdır insanlarda, buluştukça hatırlayıp gülüştüğümüz...
aslında çoğu zaman hayatından memnun, mutlu görünürüm ben; kendi kendimi mutlu edebilirim, iyimserim sanırım... ama gerçekten mutlu olduğum farklı anlarda vardır, kendi kendimi mutlu etmemin gerekmediği anlar, başkalarının beni mutlu ettiği zamanlar...

...

evlenme teklifi aldım bugün...


13 Şubat 2009 Cuma

insanların benim güvenimi kazanmalarına gerek yok, kaybetmesinler yeter...

fazla mı güveniyorum insanlara...
kolay güveniyorum belki... ama duyduğum güven sarsılmaz değil ki...
yaptığım güvenmekten çok tanıma şansı vermek aslında, güvenmeden bir insanı ne kadar tanırsın ki... ben insanların bir bakışta ne mal olduğunun alaşılabileceğine inanlardan değilim...
hem birine güvenirsen, o kişi de kendini güvenilir hisseder... güven değerlidir, kimse kaybetmek istemez...

evet... hoyratça dağıtıyorum güvenimi etrafa, çevremdeki insanlara güveniyorum... kime tanıma şansı vereceğimi bilecek kadar da zeki buluyorum kendimi... kime hangi konuda, nerde güvenebilceğimi de biliyorum...
sen kalkmış bana "bende birine çok güvenmiştim ama... " diyorsun...
benimde güvenimi hiçe sayanlar oldu... ama ben insanlara güvenerek yaşıyorum işte... değer veriyorum insanlara...

yatılı okurken gece sohbetlerimizden birinin konusu "okulun başlarında birbirimiz hakkında ne düşündüğümüzdü", çok azı hakkında bir şeyler söyleyebilmiştim... önyargılı biri değilim, insanları zamanla tanımayı seviyorum...
düşünce insanlara seçici bir güven duyduğum söylenebilir... tanıdıkça kime hangi konularda güvenebileceğimi görüp, o konularda yardım istiyorum... kimseye tam anlamıyla güvendiğim söylenemez aslında, belki bu yüzden fazla yara almadım... ya da kolay atlattım...

böyleyim işte bende...
ama senden önce kimse insanlara bu kadar kolay güveniyor olmakla suçlamamıştı beni...
beni korumak için kendine bahane mi arıyorsun?

1 Şubat 2009 Pazar

seni benim için yaratmışlar...

özlüyorum seni...
günün hiç olmadık saatlerinde, alakasız anlarda aklıma geliyorsun... öyle anlık özleyişler duyuyorum...
uzun zamandır böyle özlememiştim kimseyi...
iyi ki benimsin diyorum... öyle bana ait hissediyorum ki seni... sevdiğini de, özlediğini de anlıyorum... başlarda özlemi yenmek için, kendini bensizlikle sınadığını varsayıyordun... gülüyordum sana... bıraktın artık varsaymayı kalan iki haftanın nası geçeceğini düşünüyorsun...
bazen öpesim geliyor seni, bazen senin bana sarılasın... ama sadece konuşuyoruz... o bile iyi geliyor, seviyorum seni be çocuk!
tatil dönüşü bir hafta okulu ekip, yanına gelicem... merak ediyorum yaşadığın şehri, aslında daha çok o şehirdeki seni...
rüyalarını dinliyorum, rüyalarında bile seviyorsun beni... rüyalarımı hatırlamam için uğraşıyorsun bi de... aslında geçen gördüklerimden birini hatırlıyorum... aylin'in yeni sevgili adayıyla öpüşüyordum... sana anlatmadımş, gereksiz bir ön yargı olurdu...
aslında sen yokken başka erkekler ilgimi çekmiyor değil... ama düşünüyorum bir eksiği çarpıyor gözüme, ve sen tam istediğim gibi oluyosun onun eksiğinde...
seni daha önceden hayal etmişim gibi hissediyorum bazen... oluyo bana öyle... hayalimde bir tanışma sahnesi vardı hep, birinin benimle birgün o şekilde tanışmasını çok isterdim... sen değildin ama öyle bir tanışma yaşamıştım günün birinde... sen de öylesin işte, sanki seni ben yarattım...
sana belirli açılardan bakmayı çok seviyorum... gözlerin kapalıyken mesela ya da bana sığınmışken, başın omzumda ellerim saçlarında dolaşırken... zayıf anlarını seviyorum ama güçlü olman hoşuma gidiyor...
öyle işte... özledim seni...

28 Ocak 2009 Çarşamba

final günlerim

masam fotokopi çektirilmiş notlarla dolu... saçlarım ilginç biçimlerde örülmüş... kalemler, kağıtlar, defterler, bardaklar, atıştırmalık yiyecekler, müzik çalan laptop yaklaşık üç metrelik çalışma masasının farklı bölgelerine rastgele dağılmış durumda...
oda arkadaşım sıcacık yuvasında olduğundan onun boşalttığı tüm alanları işgal etmiş durumdayım...
finallerin bitmesine 3-4 gün kala yeni yeni çalışma havasına girdiğimi söyleyebilirim... ilk defa bugün ufak aralarla dört saat falan çalıştım... şöyle bir sağıma bakıyorum da kendime şaşıyorum... açık kitap, defter ve notlar yüzünden bir beyaz hakimiyeti var masada...
aslında bu hafta benim için önemli tek bir final var, diğerlerinin vizelerinden iyi almıştım... bunda en kötü beş nottan birine sahibim... ödev hazırlayın falan demişti hoca ama şöyle bi baktım internetten uğraşması çok zor geldi, onun yerine çalışırım dedim...
3 tane finalim kaldı sadece, 5 tanesi geldi geçti... hatta üç tanesi açıklandı bile, ortalama bir öğrenci sayılırım... CB, CB, CC...
çalışsam iyi olacak...

25 Ocak 2009 Pazar

been aslında hiç böyle değildiimm...

özlüyorum ya... garip...
uzun zamandır bu duyguyu bu kadar yoğun yaşamamıştım...
gerçekten seviyorum heralde ben bu çocuğu...
~
uyuyamıyorum yine...
telefonumu da bulamadım...
olsaydı mesaj atardım...
"bu gece seni çok özledim", diye...
~
son iki haftadır, gideceği, birbirimizden uzak kalacağımız için biraz üzgündü... gereksiz bulmuştum hüznünü...
şimdi bir ay gözümde çok büyüyor...

22 Ocak 2009 Perşembe

telefonum ve...

dün gece telefonumu kaybettim... daha bir yıl olmamıştı alalı...
bu sabah kritik bir sınavım vardı, doğru düzgün çalışamadığım...
sınav öncesi erken kalkıp, telefonumu düşürdüğümü düşündüğüm yere bakıcaktım sonra sabah serinliğinde fakülteye yürüyüp uykumu açacaktım...
akşam oda arkadaşımın telefonunu kurduk, o beni uyandıracaktı...
alarm falan çalmadı...
ama saat dokuzda aniden kalktım, pelin uyuyordu... son 10 gündür falan istemsiz olarak hem o saatte kalkıyorum...
sınav saati 9:20'ydi...
4 dakikada hazırlandım...
yüzümü bile yıkamadım...
yurttan çıkış kartımı unuttuğum için 2. kattan geri döndüm...
525'e yetişebilmek için koşturdum... yurdun en yeni ve çıkışa en uzak bloğunda kalıyorum ne yazık ki...
en azından 525'i beklerken vakit kaybetmedim... durakta bizim bölümden birkaç kız gördüm içim rahatladı...
fakülteye geldiğimde hala sınıf açılmamıştı... yetiştim yani...
finaline yetiştiğim ders, işlem yaparken telefonun hesap makinesini kullandığım bir dersti... yanımdaki kızın telefonunu kullandım...
kötü bir sınavdı...
keşke sınavın sözel kısmı üzerinde dursaydım biraz...
sınav çıkışı telefonumu düşürdüğümü düşündüğüm yere gittim...
yoktu... bir adam yardım etti aramama, hiç tekin görünmüyordu... onun telefonundan kendi numaramı aradım, kapalıydı... biri bulmuş heralde, dedim... şarjımın ne kadar kaldığını hatırlamaya çalıştım, emin olamadım...
yeni kontor yüklemiştim... bir sürü bedava mesajım ve dakikam vardı... eğer bulan kişi bunlardan faydalanmaya çalışırsa, onu bulma şansımız olur... pin kodu kullanmıyorum zaten sadece telefonu açma tuşuna basması gerekiyor...
belki bulurum yine de... hala umudum var...
annemlere haber vermem gerek...

biraz sonra yeşil'le olay yerine tekrar gidip etraftaki kafelere birinin telefon bulup bulmadığını sorucaz...
belki buluruz...

20 Ocak 2009 Salı

normal

her farklı insan zaman zaman normal olmak, normal yaşamak ister... ama aslında her insan birbirinden farklı olduğundan, normal insan değil, normal görünen insanlar vardır ve sıradanlaşmış yaşamlar...
imkansızdır, normal olmak...
ve yaşam da hiç sıradan değildir aslında...
sıradan yaşamlar, farketme üzerinde sallanan potansiyel farklılıklardır... bir gözün açılmasına, bir insana, bir kağıt parçasına bakar farketmek... farketse çözülecektir...

16 Ocak 2009 Cuma

elimde bira burnumda papatya kokusu...

onu tüketmeye çalışmaktan vazgeçtim...
aslında ayrılmaya çok yaklaşmıştık, o an gelmişti...
"git" demeyi başardım ama bırakmayı başaramadım...
tuttum kolundan, gidemedi...
istese giderdi de...
o da bırakmayı beceremedi...
o günden sonra daha çok bağlandı bana, bağlandık...
daha mutlu olduk, daha derin üzüldük...
***
**
*

9 Ocak 2009 Cuma

5'in 1'i

blogumun ilk mim'ine cevap vermek için biraz geçiktim ama mazur görün artık... hiçkimse tarafından mimlenmişim... 20 soruluk ufak bir sınav...

1) En sevdiğiniz kelime nedir ?
aslında ben bu konuda hiç düşünmedim ama "asya" adı kulağıma hep hoş gelmiştir...

2) En sevmediğiniz kelime nedir ?
"kağıt" kelimesi sanırım, aklıma ilk o geldi...

3) Sizi ne heyecanlandırır ?
daha önce yapmadığım ve yapmayı çok istediğim şeyleri ilk kez yaparken heycanlanırım... normalde soğukkanlı bir insanımdır... 5 dakika sonra uçağın birinden paraşütle atlayacak olsam gayet heycanlı olurdum mesela...

4) Heyecanınızı ne öldürür ?
beklemek... bekleyince ya da bekletilince tüm hevesim kaçıyor...

5) En sevdiğiniz ses nedir ?
cem adrian'ın çok hoş bi sesi var mesela,bir de aydilge... rüzgarın sesini çok severim, dalga sesini geceleri severim... yağmur var tabi bir de, o da güzeldir...

6) En nefret ettiğiniz ses nedir ?
yangın alarmı sesinden, açamayacak kadar uyuşuk olduğumda telefon sesinden, bir de yurdun alarm sesinden...

7) Hangi mesleği yapmak istemezsiniz?
hımm... aklıma bir şey gelmedi nedense...

8) Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz ?
bu soru msn testlerinden birinde vardı, istediğim yere ışınlanmak diye cevap vermiştim...

9) Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz ?
bu soruyu kimin yerinde olmak istersiniz diye algılıyorum ve... aslında ben kendime öyle alıştım ki başkası olmakta gözüm yok, kendimi seviyorum...

10) Nerede yaşamak isterdiniz ?
cenevre, amsterdam, londra, paris, 55 yaşından sonra da akçay'da yaşıycam...

11) En önemli kusurunuz nedir ?
sinirlendiğimde gözyaşlarımı tutamıyorum, bu da beni zayıf gösteriyor... öyle zamanlarda ağlamayı sevmiyorum, aslında ben ağlamayı sevmiyorum...

12) Size en fazla keyif veren kötü huyunuz hangisi ?
sigara içmem... alkolü de baya azalttım ama nargile çok içerim... arkadaşlarım içerken kendimden geçtiğimi söylüyorlar... son zamanlardaki favorim nane-çilek, deneyin...

13) Kahramanınız kim ?
aslında kahramanım diyebileceğim biri yok... ama bana çok şey katan bir kaç insan var... 9, babam ve yeşil...

14) En çok kullandığınız küfür ?
ha s.ktir! -aslında fazla küfür etmem ama bu kelime refleks gibi bir şey oldu, istemsiz söylüyorum-

15) Şu anki ruh durumunuz nedir ?
hastayım biraz, bir de uykusuzum çok az uyudum dün gece... kendimi yorgun hissediyorum...

16) Hayat felsefenizi hangi söz tanımlar ?
güvenmekten korkma ve gülümse...

17) Mutluluk rüyanız nedir ?
galiba ben çok kapsamlı hayaller kuramıyorum, plansızım... ama içimden bir his ömrüm şehirden şehire dolaşarak geçecek diyor...

18) Sizce mutluluğun tanımı nedir ?
sevilmek...

19) Nasıl ölmek istersiniz ?
kendim ölmek istiyorum, sonuma kendim karar vericem...

20) Öldüğünüzde cennete giderseniz Tanrı'nın size ne demesini istersiniz ?
-hoş geldin!!

...ve ben de mim'i sena'ya yolladım... kolay gelsin!

6 Ocak 2009 Salı

çekildim...

uyandım!
kaldırdı gözlerimdeki perdeyi...
şimdi daha iyi görüyorum çogu şeyi...

tüketmeye çalışıyorum...
onu tüketicem ve benden soğuduğu o anlardan birini kolluycam...
hala onun aradığım erkek olduğunu düşünüyorum...
ama çok erken geldi...
hazır değilim... uzun soluklu hayaller kurmaya...

iki gecedir ayrılmayı düşünüyorum... 4'de kadar uyuyamıyorum... bazı şeylerin düşündüğüm gibi olmadığını farkediyorum... ağlıyorum...
ben hiç bir erkek için ağlamamıştım...

2 Ocak 2009 Cuma

izmir'in martıları

daha önce hiç martılara simit attın mı, diye sordum...
hayır, dedi...

sevindim... ilk kez benimle yaptığı o kadar az şey var ki...
izmir'in martıları yabani biraz... en az üç metre öteye atmamız gerekti simitleri, martıların cesaret edip simit parçalarını denizden alabilmeleri için...
o yüzden, sevmedim burdaki martıları... etramızda uçuşsunlar, attığımız simitler için kavga etsinler, bazı simit parçalarını havada kapsınlar istiyordum... benim geldiğim yerdeki martılar öyle yaparlardı...

eyy izmir halkı! ne yaptınız martılarınıza?!